14 Şubat 2009

Sonsöz...

Bu hastalıkla yaklaşık dört yıl boğuşmuşuz. Bu arada az kalsın karaciğer yetmezliğinden (aldığı anti-epileptik ilaçların yan etkisi) gidiyormuş. Onu atlatmış, bu kez hadım edersek iyi gelebilir diye bir kere daha canını yakmışız. Sokaklarda hastalanır falan diye eve kapamışız (hiç değilse bahçe 3 dönüm kadar). Yakın arkadaşı Rafraf onun bu hastalıklarından sıkılmış, onunla oynamaz olmuş (ayrıca biz hep Ruhibey'le ilgilendiğimiz için belki de hep bir eksiklik hissetmiş).
Sonuçta elde ne var? Ne pahasına olursa olsun dört sene daha fazla yaşamış olmak mı?
Hayvanın acılar içinde öldüğü de düşünülürse aslında çarpık bir hayvan severlik, başka bir şey değil.
Gene de şunu itiraf etmeliyim ki hep bir mucize bekledik.
Sekiz yaşından sonra hastalık geldiği gibi aniden bitebilir sözlerine kandık.
Üstelik krizler geçip kendine geldiğinde...
Kocaman boyuyla odamızı o kadar kaplıyordu ki...
Tavukların, kuşların korkulu rüyası...
Kedilerin amansız düşmanı...
Bir tek bir yılan hakkından gelmişti. (Gene doktora zor yetiştirmiştik, üstelik hastalığı daha ortaya çıkmamıştı.)
Bir de kirpi. Burnuna saplanan bir iki ok'u çıkartırken nasıl da viyaklamıştı.
Bence ama onun esas merak ettikleri, kaplumbağalardı. Bir iki kere ters çevirmeye kalkmıştı da sonra bu işten sıkıldı. Son zamanlarda onun tarafından koklanan kaplumbağalar kafalarını içeri sokma zahmetine bile girmiyorlardı.
Bakalım bahar gelince bahçede çalışmak nasıl olacak...
Her dakika kulak kirişte... acaba kaçtı mı, bu tavuk da neden gıdakladı yoksa...
Ya da bir yerlerde kriz mi geçiriyor düşüncesi...